22.09.2022 - 05.11.2022

Arada

Saygun Dura

Pera Palace Hotel

Mesrutiyet Cad. No:52
Tepebasi 34430 Istanbul, TR

Saygun Dura’nın “Arada” sergisi, doğal seçilim ve doğanın kendini koruma ve yeniden üretme dürtüsünü içeren evrimin prizma ve mekanizmaları üzerinden tasarlanan bir göç meditasyondur. Dura’nın otuz yıla aşkın süreyi kapsayan kariyeri, reklam endüstrisinden profesyonel fotoğrafçılığa, eğitimden sanata kadar uzanmaktadır. Mimar Sinan Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi başta olmak üzere birçok üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Yurt içi ve yurt dışında sergiler açmış olan Dura’nın eserleri özel koleksiyonlarda ve müzelerde yer almaktadır.

Sanatçının fotoğraf alanındaki zengin teknik deneyimi, sergide yer alan ve tamamı su altında, farklı derinliklerde çekilmiş karmaşık, büyük ölçekli renkli fotoğraflarda kendini gösteriyor. Ancak Dura’nın çalışmaları sadece teknik başarılarına indirgenemez. Dura fikirlerini kavramsal olarak betimlemek ve yansıtabilmek için çalışma yöntemlerini sürekli geliştirmekte ve görsellerinin yalnızca kalitesine değil, aynı zamanda fotoğraflarının teknik açıdan kusursuz olmasına önem vermektedir. Görüntülere yansıyan özneye yakınlığı, bir performatif katılıma işaret eder, ancak Dura bir aksiyon fotoğrafçısı değildir. Jeff Wall’un ‘Bir Ahtapot’ (1990)’daki tarafsız yaklaşımını yansıtan, konuyu belli bir düzeyde mesafeli olarak ele alan bir sanatçıdır. Dura, sahneyi bir stüdyoda kurmuşçasına titizlikle hazırlayıp sonuçları da öngörerek nesneyi aşamalı bir şekilde fotoğraflar. Kompozisyonu, ışığı ve rengi incelerken, görüntüler bize kontrolün nesnede veya konuda olmayıp, tamamen sanatçıda olduğunu gösterir. Sürpriz içeren unsurlar, beklenmedik olanla karşılaşmakta değil, Dura’nın imaj oluşturma sürecini kontrol etme yeteneğindedir.

Saygun Dura’nın fotoğrafları kara ile deniz, hava ile su arasındaki eşikte çekilmiş gibi görünüyor. Özneleri ise gerçekten ve de mecazî anlamda nefes nefese kalıyor. Sergide, suyun yüzeyindeki coşkulu faaliyetlere ve gölün dibindeki ürkütücü ve uhrevî sakinliğe bakan, büyük ölçekli iki ayrı fotoğraf serisi var. Serilerden biri, Türkiye’nin doğusundaki Van Gölü’nde yaşayan tek balık türü olduğu bilinen, inci kefalinin göçünü yansıtmaktadır. Türün hayatta kalması için bu neredeyse törensel eylemin betimlenmesinde çok sayıda alt metin olduğu halde, görüntüler ivedi sorunlarla ilgilidir ve doğanın yeniden üretme, uyum sağlama ve gelişme yeteneğinin daha evrensel kodlarını ortaya koyar. Van Gölü ve çevresi, Doğu’dan Batı’ya göç yollarının coğrafî yörüngesi üzerindedir ve son yıllarda ülkenin iç kısımlarına hızla geçiş yapmak için uçsuz bucaksız gölün su yollarını kullanan Orta Asya’dan gelen göçmenlerin akınına da tanık olmuştur. Ayrıca gölün coğrafî konumu, inci kefalinden pelikan ve flamingo gibi kuşlara birçok türün göç yörüngesinde yer almakta ve gerekli kaynakları sağlamaktadır. Fotoğraflar böylelikle, martıların (Larus armenicus) hayatta kalmak için balık sürülerinin peşine düştüğü bir ölüm kalım dramı sunmaktadır. Yukarıdan karanlık sulara bakan ve bulanık olarak görülen izleyiciler, bu hayat dramına açıkça tanık oluyorlar. Empati kurmadan yapılan tarafsız katılım eylemi, özne ile karada bekleyen izleyicilerin bakışları arasında yer aldığı için de gözlemlenen fotoğrafçının bakışını yansıtıyor. Resim düzleminin eyleme yakınlığı, heyecanın daha ileri bir katmanını yaratır ve izleyicinin bu hareketli yaşam ve kader geçişine katılmasını sağlar. Freud’a göre dürtü, “daha önceki bir durumu eski haline getirmek için organik yaşamın doğasında”dır ve inorganik olan organik olandan önce geldiğinden, Freud’un belirttiği gibi, “tüm yaşamın amacı ölümdür» (Foster, 1993, s.10)

Sanatçının konuyla deneyimsel ilişkisinde bir görüngübilim yaklaşımı da mevcuttur. Göç kavramı, evden ayrılma, eşik veya geçiş aşaması ve istenilen yere varıştan oluşmaktadır. Bedenlerini mekân ve suda hareket ettirmenin fiziksel olarak zahmetli ve tehlikeli eylemi, balıkların kuşlar için kolay bir yem haline geldiği görüntülerde çok belirgindir. Sanatçı bu süreci, bitişik nehirlerin akışa karşı transit geçişi yerine, çıkış veya evden ayrılma noktasında görüntülemeyi seçmiştir. Bu görüntülerde netameli bir unsur sezilmektedir. Freud’a göre “Tekinsiz bir deneyim, ya bastırılmış çocuksu kompleksler bir izlenim tarafından yeniden canlandırıldığında ya da üstesinden geldiğimiz ilkel inançlar bir kez daha doğrulanmış gibi görüldüğünde ortaya çıkar.” (Foster, 1993, s.8) Burada da ilginç olan, Freud’un geçmişte sürrealistlerin de göz önünde bulundurduğu “animist zihinsel eylem” olarak tanımladığı nazarı incelemesidir. Pek çok fotoğrafta yakından görüntülenen balığın gözü kötülük değil, korku doludur. Hiçbir yöne bakmayan bir bakıştır.

Sergideki eserlerin ikinci kısmı ise, inci kefalinin doğal yaşam ortamı olan mikrobiyalitleri göstermektedir, fakat onlar boştur ya da terk edilmiştir. Van Gölü, birkaç metreye ulaşan ve dünyadaki en büyük organo-dimanter tortulara (mikrobiyalitler) sahip olduğu için benzersizdir. (Kempe et al., 1991) Sahneler ise tekinsiz ve hayalet gibidir. Görüntüler, gölün dibinde aynı anda çelişen dinginlik, sessizlik ve dramayı yakalar. Atlantis gibi kayıp bir dünyanın kalıntılarına mı, yoksa başka bir dünyanın manzaralarına mı bakıyoruz? Bu yapılar ve nesneler canlı mı cansız mı? Sergi bağlamında, bu fantastik su altı manzaralarının sakinliği ve durgunluğu, yukarıdaki dram ile tezat oluşturuyor veya bastırılıyor. Bunlar aynı zamanda, mesken ve deniz taşıtı kalıntılarıdır, tıpkı sergideki iki fotoğrafta görünen ve şimdi başka türlere barınak işlevi gören batık gemi gibi. Görüntüler bize denizdeki tehlikelerin affetmez olduğunu ve belki de cennetten çok cehenneme baktığımızı hatırlatıyor. Mükemmel bir göç teknesini temsil eden gemi, aynı zamanda da Foucault’nun gündelik gerçekliklerden bağımsız yerler ve mekânlar hakkındaki fikirlerine atıfta bulunduğu bir tür heterotopyayı simgeliyor. (Foucault, 1967) Van, tarihî ve sosyo-politik olduğu kadar jeolojik açıdan da tektonik değişimlerin yaşandığı bir yerdir. Mikrobiyalit, “kırıntılı veya kimyasal tortularla etkileşime giren bentik mikrobiyal topluluklar tarafından üretilen” doğanın dramatik yaratımıdır. (Kempe ve diğerleri, 1991) Max Ernst’in ‘Bilinçli Manzara’ (1942) adlı eserindeki gibi hayal edilebilecek egzotik bahçelerin gerçeküstü dünyasını temsil eder veya ‘Swampangel’ (1940) ve ‘Sessizliğin Gözü’ (1943–44) resimlerine benzer. Mikrobiyalitler, Foster’ın anlatımıyla “göreceli (de)füzyon halinde” de görülebilir. Onlar, ilkel “tekinsiz işaretler dünyasına” atıfta bulunan ilkel zamanlardan gelen ziyaretçilerdir. (Foster, 1993, s.200) Dura’nın fotoğraflarındaki kompozisyon öğelerini incelerken, bize Jeff Wall’un “kurgulanmış” görüntülerinin bir dış mekânı olmadığını veya etrafındaki yaşamı görmediklerini (Wall, s.9, 1996), oysa geleneksel fotoğrafçılıkta görüntünün dışında gerçek bir yaşam olduğu yönündeki endişelerini hatırlatıyor. Dura’nın çağrıştırıcı görüntülerinde, çevrenin eşiği ihmal edilmiştir ve benzer şekilde görüntünün dışında ‘daha büyük bir bütün’ yoktur. Wall’un terimleriyle, neredeyse ‘sinematografik’ bir görüntü sergilerler. Bu fotoğraflar su, hava ve karanın yarattığı sınırlardaki boşluklara odaklıdır.

Saygun Dura’nın sergisi, sadece fotoğraf görüntüsünün teknik yeteneklerini ve mirasını yansıtmak için bir araç değildir; evrensel gerçekleri ve kodları ortaya çıkarma potansiyelini sergiler. Kullanılan palet, tek tonda olmasına rağmen, tüm görüntüler renklidir. Rengi çıkarmak veya azaltmak, nesnenin gölün yüzeyindeki zıt ışık, gölgeler ve yansımalardan oluşan chiaroscuro’ya gömülmesine izin verir. Dura, profesyonel bir fotoğrafçı ve deneyimli bir dalgıç olup bu ikisini düşünce ve felsefesinde birleştirerek sanat dünyasında benzersiz bir konuma sahiptir. Stüdyo yapımı görüntüler ve su altı fotoğraflarından oluşan geniş bir yelpaze, büyük ölçüde sürrealist düşünme ve hayal etme geleneğinden esinlenerek kullandığı geniş, resimsel dillerini ve kelime dağarcığını sürekli olarak zenginleştirmektedir. Bu sergi, Dura’nın fotoğrafçılık kariyerinde önemli bir kavşağı yansıtmaktadır.

Prof. Dr. Ergin Çavuşoğlu

Millî Reasürans Sanat Galerisi izniyle. Bu metin, 9 Mart- 9 Nisan 2022 tarihleri arasında Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde düzenlenen “Saygun Dura” sergisi için yayınlanmıştır.

Saygun Dura, "Van", 2019

Sergi listesine geri dön